Usçuluğun Deneycilik Karşısında Düştüğü Çıkmazlar
Bireşim sürecinde yorumlanan varsayımlara deneycilik yöntemiyle sorular yönelttiğimizde, önermelerini kurgusal aşamaların vardığı usçu yargılarla açıklamaya uğraşan düşünbilim; kendine özgü özellikleri barındıran, düzenli bir görüşü oluşturan ilkesel tutumunu, karşıt düşüncelere sunduğu seçeneklerin kuramsal bilgisinin göreceli yanıtlarıyla savlamaktadır. Doğal olarak deneyimlememiş usun ulaştığı değer yargıları, kendi tutarsızlığını karşıt savın sonradan edinilmemiş, doğuştan gelen bilgiler üzerinden evrensel sağtöre eğilimli yanıtlarıyla karşılaştırdığında, tartışmanın önceden belirlenmiş eşduyum yoksunu bir niteliğe kuşandığı yadsınamayacak bir gerçektir. Katolik bir İtalyan'ın, Avustralya Aborijinleri'yle ortak bir sağtöre anlayışında uzlaşması olanaksızdır. Yöresel sağtöre ile evrensel sağtörenin bireşimlenmesi için ileri sürülen iyimser önermelerin değerlendirmeye alınacak yanı yoktur.
Us alanında, içyargıda oluşan boşluklar, doyumsanmayan açılımları, ortaya atılan sorunla ilgili düşüncede, uygulamada yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri ya da yenilikleri yapmasına neden olacaktır. Özetle "kaçınılmazlık ilkelerinin bütüncül işleyişi" olarak tanımlayabileceğimiz sürecin odağında, deneyimselcilik-usçuluk karşıtlığının doğuracağı yargıların, yeni karşısavlara kapı aralayan sonuçları olacaktır. Neden-sonuç ilişkisinin, sonucu nedene bağlayan bakış açısının yerine, nedeni sonuca bağlayan bakış açısı yeğlenmelidir. Belirlenmesi ulamlandırılmamış sonsuz döngünün ivme kazanması, belirsiz bir ulama eklenmiş dizgenin olumlu ya da olumsuz ivmelenmesinden yeğdir. Bir düşünbilimcinin, "Evren gövdeye bürünmüş başlangıçsız/sonsuz bilinçtir. Kişi ögelerin ortak bir gövdeye kuşanması sonucu işleyen bir düzenektir" savının tinsel boyutunu bilimsel aşamaya dönüştürme sürecine yönlendiren usun çıkar yol arayışlarının doğal olarak deneyciliğe boyun eğmesi gerekecektir. Tersi durumda usçuluğun bütün savları kanıtlanmamış birer inanç dizgesi olmaktan öteye gidemeyecektir. Tinsel inançlar usçu yaklaşımlarla yorumlanabilir. Ancak yorumlamakla kanıtlamak arasında ayrım vardır.
Kargaşanın özünde kendine özgü bir düzenlilik dizgesi olduğunu savunan, "düzensizliğin düzeni" tanımlamasıyla varlığını sürdürme uğraşında olan tinsel inançların, kanıt sunma gibi bir sorumluluğa gereksinim duymayan, karşıt görüşlere kendi görüşünü onaylatmaktan başka seçenek bırakmayan bütüncül savların bağdaştırmacılığa önayak olan türevlerinin işlevselliğini çağlardır dokunulmazlığa bürünerek koruması, gözleme açık bilimsel sorgunun düşünbilim alanında inancın değil, inançsızlığın denek olarak değerlendirilmesinden kaynaklanıyorsa, arabuluculuk görevini üstlenen tutarsızlığın ivme kazanan işlevinin kişisel ya da toplumsal ülkülerde sağduyu yoksunluğuna neden olduğu, usçuluğun deneycilik karşısında çıkmazlara düştüğü sonucuna ulaşırız.
Bütün bilgilerin özneye ilişkin, değer yargılarının bireysel, öznel olduğunu ileri süren öğretilerin çıkmazına, nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan us yöntemi eklendiğinde, tutarsızlığın/çıkmazın arabuluculuk görevini üstlenmesi, tanımlanmasının ya da tanımlanmamasının anlamı olmayan, yalnızca kendiliğinden türeyen bir denge düzeneğine gereksinim duyduğunun göstergesidir. Konuyu kolay anlaşılır bir benzerlemeyle açıklayacak olursak: Bebek doğuştan alevin yakıcı özelliğini bilemez. Kısacası bebeğin beyninde doğuştan alevin yakıcı olduğu bilgisi yoktur. Çocukluk çağına geldiğinde elini aleve yaklaştırdığında ısındığını, daha da yaklaştırdığında yandığını deneyimleyerek öğrenecektir. Çevresindekilerin "aleve yaklaşma" öğütleri de, daha önce alevin yakıcılığını deneyimlemiş kişilerin kendi deneyimlerini yeni kuşağa aktarmasıdır. Doğuştan gelen içgüdülerimiz dışında, beynimizde özdekle ilgili bir bilgi yoktur. Beynimiz bizden önceki kuşakların deneyimleri sonucunda bize verdikleri öğütlerle, kendi yaşadığımız deneyimlerle bilgiye ulaşır. Doğrulanabilirlik ilkesinin türevi konumuna indirgenen önermelerin denge sağlayıcı işlevinin niteliği, olguculuğun önermelerle ilgili görüşlerini eleştirel ya da destekleyici bir yönde geliştirmesine neden olacak denli güçlü değilse, savların uygulanabilirlik bakımından dengeleyici niteliğine uyum sağlayan işlevi, çelişkileri tutarlılık olarak algılama giziline iye olduğunu ileri sürecektir. Bağdaşmaları olanaksız savları bireşimlenmekten kaçındıran varsayımlar, kuramsal kargaşanın durmaksızın dönüşüm geçirmesine öncülük edecektir.
Alp Bilge
2 Eylül 2016
Bireşim sürecinde yorumlanan varsayımlara deneycilik yöntemiyle sorular yönelttiğimizde, önermelerini kurgusal aşamaların vardığı usçu yargılarla açıklamaya uğraşan düşünbilim; kendine özgü özellikleri barındıran, düzenli bir görüşü oluşturan ilkesel tutumunu, karşıt düşüncelere sunduğu seçeneklerin kuramsal bilgisinin göreceli yanıtlarıyla savlamaktadır. Doğal olarak deneyimlememiş usun ulaştığı değer yargıları, kendi tutarsızlığını karşıt savın sonradan edinilmemiş, doğuştan gelen bilgiler üzerinden evrensel sağtöre eğilimli yanıtlarıyla karşılaştırdığında, tartışmanın önceden belirlenmiş eşduyum yoksunu bir niteliğe kuşandığı yadsınamayacak bir gerçektir. Katolik bir İtalyan'ın, Avustralya Aborijinleri'yle ortak bir sağtöre anlayışında uzlaşması olanaksızdır. Yöresel sağtöre ile evrensel sağtörenin bireşimlenmesi için ileri sürülen iyimser önermelerin değerlendirmeye alınacak yanı yoktur.
Us alanında, içyargıda oluşan boşluklar, doyumsanmayan açılımları, ortaya atılan sorunla ilgili düşüncede, uygulamada yeni koşulların gerektirdiği değişiklikleri ya da yenilikleri yapmasına neden olacaktır. Özetle "kaçınılmazlık ilkelerinin bütüncül işleyişi" olarak tanımlayabileceğimiz sürecin odağında, deneyimselcilik-usçuluk karşıtlığının doğuracağı yargıların, yeni karşısavlara kapı aralayan sonuçları olacaktır. Neden-sonuç ilişkisinin, sonucu nedene bağlayan bakış açısının yerine, nedeni sonuca bağlayan bakış açısı yeğlenmelidir. Belirlenmesi ulamlandırılmamış sonsuz döngünün ivme kazanması, belirsiz bir ulama eklenmiş dizgenin olumlu ya da olumsuz ivmelenmesinden yeğdir. Bir düşünbilimcinin, "Evren gövdeye bürünmüş başlangıçsız/sonsuz bilinçtir. Kişi ögelerin ortak bir gövdeye kuşanması sonucu işleyen bir düzenektir" savının tinsel boyutunu bilimsel aşamaya dönüştürme sürecine yönlendiren usun çıkar yol arayışlarının doğal olarak deneyciliğe boyun eğmesi gerekecektir. Tersi durumda usçuluğun bütün savları kanıtlanmamış birer inanç dizgesi olmaktan öteye gidemeyecektir. Tinsel inançlar usçu yaklaşımlarla yorumlanabilir. Ancak yorumlamakla kanıtlamak arasında ayrım vardır.
Kargaşanın özünde kendine özgü bir düzenlilik dizgesi olduğunu savunan, "düzensizliğin düzeni" tanımlamasıyla varlığını sürdürme uğraşında olan tinsel inançların, kanıt sunma gibi bir sorumluluğa gereksinim duymayan, karşıt görüşlere kendi görüşünü onaylatmaktan başka seçenek bırakmayan bütüncül savların bağdaştırmacılığa önayak olan türevlerinin işlevselliğini çağlardır dokunulmazlığa bürünerek koruması, gözleme açık bilimsel sorgunun düşünbilim alanında inancın değil, inançsızlığın denek olarak değerlendirilmesinden kaynaklanıyorsa, arabuluculuk görevini üstlenen tutarsızlığın ivme kazanan işlevinin kişisel ya da toplumsal ülkülerde sağduyu yoksunluğuna neden olduğu, usçuluğun deneycilik karşısında çıkmazlara düştüğü sonucuna ulaşırız.
Bütün bilgilerin özneye ilişkin, değer yargılarının bireysel, öznel olduğunu ileri süren öğretilerin çıkmazına, nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan us yöntemi eklendiğinde, tutarsızlığın/çıkmazın arabuluculuk görevini üstlenmesi, tanımlanmasının ya da tanımlanmamasının anlamı olmayan, yalnızca kendiliğinden türeyen bir denge düzeneğine gereksinim duyduğunun göstergesidir. Konuyu kolay anlaşılır bir benzerlemeyle açıklayacak olursak: Bebek doğuştan alevin yakıcı özelliğini bilemez. Kısacası bebeğin beyninde doğuştan alevin yakıcı olduğu bilgisi yoktur. Çocukluk çağına geldiğinde elini aleve yaklaştırdığında ısındığını, daha da yaklaştırdığında yandığını deneyimleyerek öğrenecektir. Çevresindekilerin "aleve yaklaşma" öğütleri de, daha önce alevin yakıcılığını deneyimlemiş kişilerin kendi deneyimlerini yeni kuşağa aktarmasıdır. Doğuştan gelen içgüdülerimiz dışında, beynimizde özdekle ilgili bir bilgi yoktur. Beynimiz bizden önceki kuşakların deneyimleri sonucunda bize verdikleri öğütlerle, kendi yaşadığımız deneyimlerle bilgiye ulaşır. Doğrulanabilirlik ilkesinin türevi konumuna indirgenen önermelerin denge sağlayıcı işlevinin niteliği, olguculuğun önermelerle ilgili görüşlerini eleştirel ya da destekleyici bir yönde geliştirmesine neden olacak denli güçlü değilse, savların uygulanabilirlik bakımından dengeleyici niteliğine uyum sağlayan işlevi, çelişkileri tutarlılık olarak algılama giziline iye olduğunu ileri sürecektir. Bağdaşmaları olanaksız savları bireşimlenmekten kaçındıran varsayımlar, kuramsal kargaşanın durmaksızın dönüşüm geçirmesine öncülük edecektir.
Alp Bilge
2 Eylül 2016