İdeolojik ve ekonomik ihtiraslar bütün dünyayı güvensiz hale getiriyor. Bütün toplumlar, küreselleşmenin dönüştürücü etkisine maruz kalıyor. Modern tarih, modern kültür ve siyaset, ahlaki açıdan hiçbir ilerleme kaydedemiyor. Tarih, ancak, militarizmin, faşizmin, ırkçılığın yardımıyla ilerleyebiliyor. Ne modernlik, ne postmodernlik, ne de Hıristiyanlık bu gelişme ile ilgili olarak hiçbir rahatsızlık duymuyor. Modern, postmodern ve seküler hayat tarzı toplumları ancak bir nihilizmle buluşturabiliyor.
İslam toplumları ne geleneği gereği gibi temsil ediyor, ne de modernliği gereği gibi temsil edebiliyor. Toplumlarımız garip çarpıklıklar yaşıyor. Toplumlarımız algısal bir deformasyon yaşıyor. Toplumlarımız ideolojik bir bunaklığın baskısı altında tutuluyor. Toplumlarımız küresel anlamda olup bitenlerle çok ilgili değil. Siyasal anlamda pasif olan toplumlar, hiçbir zaman siyasal sorumluluklarını idrak edemiyor.
Seküler dünya görüşü, insani varoluşu fiziki bir sisteme indirgeyen tek yanlılıklar üretiyor. Çıkar hesapları yapan akıl, her tür bilgelikten bağımsız bir dünya oluşturuyor. Dünyaya ahlaksız bir akıl vaziyet ediyor. Akıl mutlaklaştırılınca, putlaştırılınca, yeni bir akılsızlık türü ile karşılaşıyoruz. Modernliklerle birlikte, her alanda ilahi bütünlüğün bozulduğunu gördük. Bütünlük bozulunca, insan/toplum/hayat tek boyutlu hale geldi. İnsanın/toplumun/hayatın ruhu/kalbi olan her şey inkar edildi. Bilgi, ideolojik amaçlarla, ırkçı amaçlarla üretildiği ve kullanıldığı için, tarihsiz, kültürsüz ve dilsiz nesiller yetişiyor.
Küreselleşmenin etkisiyle, yerel/özgün kültürler kirleniyor, bozuluyor, lekeleniyor. Küreselleşme aracılığıyla bütün toplumlar ekonomik ve kültürel ilişkiler yoluyla dünyaya açılıyor ancak, bu gelişme olumlu olduğu kadar, olumsuz sonuçlar da doğuruyor. Küreselleşmenin baskısı, ulusçulukların yükselişine yol açıyor. Her ulusçuluk bir içe kapanmayla sonuçlandığı gibi, baskıcı bir ortam da oluşturuyor. Her ulusçuluk tek bir kimlikle tanımlanma eğilimini dayatıyor. Her ulusçuluk, farklı’ya ve ötekileştirilene karşı bir güvensizlik oluşturuyor. Kültürel sınırların ortadan kalktığı günümüzde, her tür farklılığı sorun haline getiren kültürel bir ırkçılıkla karşı karşıya geliyoruz. Bu kültürel ırkçılık, kültürel anlamda bir soğuk savaşa yol açıyor. Kültürel ırkçılık, sürekli olarak, “öteki” üretiyor ve “öteki”ni ideolojik çıkarlara göre, resmi çıkarlara göre, devlet çıkarlarına göre tanımlıyor, konumlandırıyor. Medya, pazarlama ve bilgi çağında, yanlış, çarpık, kirli bilgilendirme de çok çabuk, çok kolay yayılabiliyor. Böylece halklar/toplumlar hegemonik söylemin sınırları içerisine hapsedilebiliyor.
Günümüz insanı metalar tarafından sömürgeleştiriliyor, hayat tarzları gibi, düşünce tarzları da modalar tarafından belirleniyor. Tensel hazlarla sınırlı akılcı çıkarların anlık dünyasında yaşayanlar için her şey pornografik hale gelebiliyor. Mahremiyet hakkına, mahremiyet alanına kimsenin saygısı yok. Serbest pazar ekonomisi hayatın tüm alanlarını baskılıyor, kültür ve politika üzerinde de etkili oluyor. Kadınlar bireysel varoluşlarını cinselliklerini ortaya dökerek, teşhir ederek kanıtlamaya çalışıyor. Kadın bedeni yoğun bir şekilde sömürülüyor, ticaret aracı haline getiriliyor. Kapitalist kültür, modernlik adına kadını pazarlıyor. Ekonomik hayat, iş hayatı bireyleri yutuyor. Hayatın maddi içeriği, nesneleşme, şeyleşme süreçlerini hızlandırıyor. Paranın, mal ve mülkün egemen olduğu bir dünyada insanlar ancak parayla, mal ve mülkle varolabiliyor.
Zenginlik, iktidar, egemenlik görecelidir. Zenginlik de, güç de, iktidar da Allah’ındır. Ekonomizm insanları baştan çıkarıyor, Müslümanları bile baştan çıkarabiliyor. Geçmişte birlikte olduğumuz kimi kardeşlerimiz büyük paralar kazanmaya başladıktan sonra, kendileriyle her hangi bir alanda bir sorumluluk alışverişi yapmayı başaramadık. Kardeşlerimizle aramıza, paralardan oluşan duvarlar girdi. Günümüzde insan tabiattan uzaklaşıyor, tabiata karşı işlenen suçlar artıyor, sanayileşmenin ve endüstrileşmenin tabiata saldırıları sürüyor. Yağmacı, maddeci, teknolojik uygarlık her alanda kirlilik üretiyor. İslami, insani, ahlakı hassasiyetlerimiz paramparça oluyor. Meta kültürünün kuşatması, İslam çevreleri de ahlaki alanlara yabancılaştırıyor. Kimi kardeşlerimiz varlıklarını debdebe ve ihtişam tezahürü eylemleriyle duyurmaya çalışıyor. Bencilliklerimiz yüzünden ahlaki niteliklerimizi yitiriyoruz, konjonktürel ve yanlış temsiller nedeniyle algısal ve düşünsel bir tahribatı yaşıyoruz, geri adımlar atıyoruz. Zenginlikler arttıkça inceliklerin artması gerekirken, temelsiz zenginlikler de daha çok kabalıklar artıyor. Algılarımızın parçalanması hayatımızın da parçalanması sonucunu doğuruyor.
Bütünlüklü bir hayat için, bütünlüklü bir bilinç ve ahlak gerekiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunları görmek, algılamak ve çözmek için bir irade ortaya koymak gerekiyor.
Bugünün sansasyon ve dehşet dünyası, çok zalim, çok alçak çifte standartlar üretiyor,. Günümüz dünyası ötekileştirilenlerin özgürlüklerine asla saygı duymayan bir uygarlık anlayışını temsil ediyor. Bu anlayış sebebiyle ötekileştirilenler, özellikle de Müslümanlar bastırılıyor. Farklı’yı dışlamak demek tek biçimli bir dünyayı dayatmak demektir. Avrupa modelini tek/vazgeçilemez bir model olarak değil, farklı uygarlık modelleri arasında bir model olarak almak suretiyle ancak farklılıklar arasında bir ilişki kurulabilir. Her uygarlığın meşruiyet referansları farklı olacaktır. Avrupa tek model olarak alınınca, diğerleri, diğerlerinin etkileri/işlevleri/içerikleri inkar ediliyor demektir. Batı’dan gelen entelektüel saldırılar nedeniyle bugün, İslam, İslama ait olmayan kriterlerle tanımlanıyor. Tevhidi yaklaşımlar, yorumlar, ufuklar, ilgiler yozlaştırılıyor. Hayatın ve tarihin dışına çıkarılmak istenen İslam, yalnızca bir hayır-hasenat-ahlak ilgisine indirgeniyor.
Hangi koşullarla sınanıyor olursak olalım, kendi entelektüel konumumuzu özgüvenle kendimiz seçmeliyiz. Statükoları değiştirme yeteneği kazanmalıyız. Modern, postmodern kuramsal perspektifler yaşadığımız tarihsel olaylar tarafından yalanlandı ve çürütüldü. Tarihsel bugünü etkileyebilmek için yeni yaklaşımlara/duyarlıklara ihtiyacımız var. Tutucu, romantik bir tarih anlayışına sahip olduğumuz için, Müslümanlar olarak bugünün tarihiyle ilgilenmiyor, bugünün tarihini etkileyebilecek yöntemler geliştirmiyor, sorumluluklar almıyoruz. İslam toplumlarının, içerisinde bulundukları tarihin sessizliğini aşmak için, yenilenmenin imkanları üzerinde düşünmeli, yeni bir bugün bilinci oluşturmalıyız.
Teselli edici mitolojiler, hepimizi düşünsel tembelliğe ve düşünsel sorumsuzluklara itiyor. Yeni başlangıçlar yapmaya cesaret edemeyişimiz bu mitolojiler yüzündendir. Kimi zaman büyük çöküşlerin, büyük kurtuluşlar için bir başlangıç olabileceğini unutmamalıyız. Kültürel statükonun dili, tanımları, içerisine sıkışmış vaziyette bir varlık belirtemeyiz.
Dışardan dayatılan bütün kabuller, köhne kabullerdir. Tek taraflı, entelektüel, kültürel ve siyasal bir gündeme mahkûm değiliz.
İslam toplumları ne geleneği gereği gibi temsil ediyor, ne de modernliği gereği gibi temsil edebiliyor. Toplumlarımız garip çarpıklıklar yaşıyor. Toplumlarımız algısal bir deformasyon yaşıyor. Toplumlarımız ideolojik bir bunaklığın baskısı altında tutuluyor. Toplumlarımız küresel anlamda olup bitenlerle çok ilgili değil. Siyasal anlamda pasif olan toplumlar, hiçbir zaman siyasal sorumluluklarını idrak edemiyor.
Seküler dünya görüşü, insani varoluşu fiziki bir sisteme indirgeyen tek yanlılıklar üretiyor. Çıkar hesapları yapan akıl, her tür bilgelikten bağımsız bir dünya oluşturuyor. Dünyaya ahlaksız bir akıl vaziyet ediyor. Akıl mutlaklaştırılınca, putlaştırılınca, yeni bir akılsızlık türü ile karşılaşıyoruz. Modernliklerle birlikte, her alanda ilahi bütünlüğün bozulduğunu gördük. Bütünlük bozulunca, insan/toplum/hayat tek boyutlu hale geldi. İnsanın/toplumun/hayatın ruhu/kalbi olan her şey inkar edildi. Bilgi, ideolojik amaçlarla, ırkçı amaçlarla üretildiği ve kullanıldığı için, tarihsiz, kültürsüz ve dilsiz nesiller yetişiyor.
Küreselleşmenin etkisiyle, yerel/özgün kültürler kirleniyor, bozuluyor, lekeleniyor. Küreselleşme aracılığıyla bütün toplumlar ekonomik ve kültürel ilişkiler yoluyla dünyaya açılıyor ancak, bu gelişme olumlu olduğu kadar, olumsuz sonuçlar da doğuruyor. Küreselleşmenin baskısı, ulusçulukların yükselişine yol açıyor. Her ulusçuluk bir içe kapanmayla sonuçlandığı gibi, baskıcı bir ortam da oluşturuyor. Her ulusçuluk tek bir kimlikle tanımlanma eğilimini dayatıyor. Her ulusçuluk, farklı’ya ve ötekileştirilene karşı bir güvensizlik oluşturuyor. Kültürel sınırların ortadan kalktığı günümüzde, her tür farklılığı sorun haline getiren kültürel bir ırkçılıkla karşı karşıya geliyoruz. Bu kültürel ırkçılık, kültürel anlamda bir soğuk savaşa yol açıyor. Kültürel ırkçılık, sürekli olarak, “öteki” üretiyor ve “öteki”ni ideolojik çıkarlara göre, resmi çıkarlara göre, devlet çıkarlarına göre tanımlıyor, konumlandırıyor. Medya, pazarlama ve bilgi çağında, yanlış, çarpık, kirli bilgilendirme de çok çabuk, çok kolay yayılabiliyor. Böylece halklar/toplumlar hegemonik söylemin sınırları içerisine hapsedilebiliyor.
Günümüz insanı metalar tarafından sömürgeleştiriliyor, hayat tarzları gibi, düşünce tarzları da modalar tarafından belirleniyor. Tensel hazlarla sınırlı akılcı çıkarların anlık dünyasında yaşayanlar için her şey pornografik hale gelebiliyor. Mahremiyet hakkına, mahremiyet alanına kimsenin saygısı yok. Serbest pazar ekonomisi hayatın tüm alanlarını baskılıyor, kültür ve politika üzerinde de etkili oluyor. Kadınlar bireysel varoluşlarını cinselliklerini ortaya dökerek, teşhir ederek kanıtlamaya çalışıyor. Kadın bedeni yoğun bir şekilde sömürülüyor, ticaret aracı haline getiriliyor. Kapitalist kültür, modernlik adına kadını pazarlıyor. Ekonomik hayat, iş hayatı bireyleri yutuyor. Hayatın maddi içeriği, nesneleşme, şeyleşme süreçlerini hızlandırıyor. Paranın, mal ve mülkün egemen olduğu bir dünyada insanlar ancak parayla, mal ve mülkle varolabiliyor.
Zenginlik, iktidar, egemenlik görecelidir. Zenginlik de, güç de, iktidar da Allah’ındır. Ekonomizm insanları baştan çıkarıyor, Müslümanları bile baştan çıkarabiliyor. Geçmişte birlikte olduğumuz kimi kardeşlerimiz büyük paralar kazanmaya başladıktan sonra, kendileriyle her hangi bir alanda bir sorumluluk alışverişi yapmayı başaramadık. Kardeşlerimizle aramıza, paralardan oluşan duvarlar girdi. Günümüzde insan tabiattan uzaklaşıyor, tabiata karşı işlenen suçlar artıyor, sanayileşmenin ve endüstrileşmenin tabiata saldırıları sürüyor. Yağmacı, maddeci, teknolojik uygarlık her alanda kirlilik üretiyor. İslami, insani, ahlakı hassasiyetlerimiz paramparça oluyor. Meta kültürünün kuşatması, İslam çevreleri de ahlaki alanlara yabancılaştırıyor. Kimi kardeşlerimiz varlıklarını debdebe ve ihtişam tezahürü eylemleriyle duyurmaya çalışıyor. Bencilliklerimiz yüzünden ahlaki niteliklerimizi yitiriyoruz, konjonktürel ve yanlış temsiller nedeniyle algısal ve düşünsel bir tahribatı yaşıyoruz, geri adımlar atıyoruz. Zenginlikler arttıkça inceliklerin artması gerekirken, temelsiz zenginlikler de daha çok kabalıklar artıyor. Algılarımızın parçalanması hayatımızın da parçalanması sonucunu doğuruyor.
Bütünlüklü bir hayat için, bütünlüklü bir bilinç ve ahlak gerekiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunları görmek, algılamak ve çözmek için bir irade ortaya koymak gerekiyor.
Bugünün sansasyon ve dehşet dünyası, çok zalim, çok alçak çifte standartlar üretiyor,. Günümüz dünyası ötekileştirilenlerin özgürlüklerine asla saygı duymayan bir uygarlık anlayışını temsil ediyor. Bu anlayış sebebiyle ötekileştirilenler, özellikle de Müslümanlar bastırılıyor. Farklı’yı dışlamak demek tek biçimli bir dünyayı dayatmak demektir. Avrupa modelini tek/vazgeçilemez bir model olarak değil, farklı uygarlık modelleri arasında bir model olarak almak suretiyle ancak farklılıklar arasında bir ilişki kurulabilir. Her uygarlığın meşruiyet referansları farklı olacaktır. Avrupa tek model olarak alınınca, diğerleri, diğerlerinin etkileri/işlevleri/içerikleri inkar ediliyor demektir. Batı’dan gelen entelektüel saldırılar nedeniyle bugün, İslam, İslama ait olmayan kriterlerle tanımlanıyor. Tevhidi yaklaşımlar, yorumlar, ufuklar, ilgiler yozlaştırılıyor. Hayatın ve tarihin dışına çıkarılmak istenen İslam, yalnızca bir hayır-hasenat-ahlak ilgisine indirgeniyor.
Hangi koşullarla sınanıyor olursak olalım, kendi entelektüel konumumuzu özgüvenle kendimiz seçmeliyiz. Statükoları değiştirme yeteneği kazanmalıyız. Modern, postmodern kuramsal perspektifler yaşadığımız tarihsel olaylar tarafından yalanlandı ve çürütüldü. Tarihsel bugünü etkileyebilmek için yeni yaklaşımlara/duyarlıklara ihtiyacımız var. Tutucu, romantik bir tarih anlayışına sahip olduğumuz için, Müslümanlar olarak bugünün tarihiyle ilgilenmiyor, bugünün tarihini etkileyebilecek yöntemler geliştirmiyor, sorumluluklar almıyoruz. İslam toplumlarının, içerisinde bulundukları tarihin sessizliğini aşmak için, yenilenmenin imkanları üzerinde düşünmeli, yeni bir bugün bilinci oluşturmalıyız.
Teselli edici mitolojiler, hepimizi düşünsel tembelliğe ve düşünsel sorumsuzluklara itiyor. Yeni başlangıçlar yapmaya cesaret edemeyişimiz bu mitolojiler yüzündendir. Kimi zaman büyük çöküşlerin, büyük kurtuluşlar için bir başlangıç olabileceğini unutmamalıyız. Kültürel statükonun dili, tanımları, içerisine sıkışmış vaziyette bir varlık belirtemeyiz.
Dışardan dayatılan bütün kabuller, köhne kabullerdir. Tek taraflı, entelektüel, kültürel ve siyasal bir gündeme mahkûm değiliz.